Hoşgeldiniz

Ali Rıza Malkoç

Home / Yazıları / Ahlak, adalet, vicdan, barış, özgürlük değerler zinciri ve evrensel insan hakları hareketi
şiir özdeyiş makale deneme

Ahlak, adalet, vicdan, barış, özgürlük değerler zinciri ve evrensel insan hakları hareketi

  • Tarih:

   Bir durum, olay, eylem, tercih, hareket, girişim, sonuç ve sorunu belirleyip çözümlerken ve maddi gerçekliği ararken; ilk aşamada bilimsel-deneysel bilgi, birikim, deneyim, gözlem, teori, ilke, yöntem, akıl, vicdan, mantık v.b. sosyal nitelikli donanımlara ihtiyacımız vardır.
   İnsan ve hak merkezli yorum, hüküm ve kuşku içinse; tüm bu donanımlara yön ve vicdani kanaat tayin edebilecek filtreler gereklidir. Bu süzgeçlerden geçmeyen bir sonuç, muhakeme, kuşku ve karar; noksandır, aykırıdır, ihlaldir ve izaha muhtaçtır. 

   Bilincimizle yoğurup, duygularımızla süsleyip, fikir tepsimizle sunduğumuz tüm zihinsel ifadelerimiz; denetlenebilir, yanlışlanabilir, sorgulanabilir, erişilebilir, tekrarlanabilir ve şeffaflık niteliklerine sahip olmalıdır.  Aynı zamanda devamında, bizde ve hitap ettiği çevrede; coşku, sevinç, umut, heyecan, güven, azim, sabır, kararlılık, doğruluk, dürüstlük, tutarlılık v.d. erdemler zincirini tamamlamalıdır.

   Zihinsel performans azığımızı bu bilgiler doğrultusunda tedarik ettikten sonra, artık insani yolculuğumuza iç huzuru ve güvenle devam edebiliriz. Yalnız başına dar bir mekânda ömür sürdüreceksek eğer, elbette bu donanımların tamamı gerekmeyebilir. Yaşam alanımız genişledikçe; ödev ve sorumluluklarımız da katlanmaktadır.

   Evimizde yalnız yaşıyorsak; bir bireyiz. Bir aile ortamındaysak, aile birliğinin bir parçasıyız.
Mahallede hemşehri, işyerinde personel, dernekte üye, ülkede bir yurttaşız. Yurtdışına çıktığımızda artık yeni bir dünya vatandaşıyız. Halka ve daireler büyüdükçe; sorumluluklar, uymamız gereken kurallar, riskler, yasalar ve normlar çeşitlenerek artmaktadır.

   Kamu sektörü ve özel sektörden sonra, üçüncü sektör olarak tanımlanan, sivil toplum kuruluşlarının; yaşamımızın ve kamusal alanın daha verimli ve sürdürülebilir olması için, etkin bir görev yüklenmeleri, sosyal denge için gereklidir. Örgütlü toplum; hukukun üstünlüğüne bağlı, anayasal hukuk devletinin, milletle koordineli ve barışık görev icra etmesini sağlayacaktır.
   Sivil toplum hareketinin sınırları; yalnızca siyasi parti, dernek ve vakıflar ile kısıtlı değildir.
Yasa ve anayasayla çelişmeyen, kollektif ruh ve dayanışma ülküsüne sadık; sendika, kooperatif, oda, platform, kulüp, topluluk, kent konseyi, düşünce kuruluşları, kültür-sanat birlikleri ve benzeri kuruluşlar, toplumsal dayanışma, bireysel doyum, anlam ve mutluluk arayışımızı da destekleyecektir.

   Başkalarına havale edilen, yüklenen sorun ve sorumluluklar; bireyin beklentilerinin düş olarak kısıtlanması ve kısırlaşmasına neden olacaktır. “Armut piş, ağzıma düş” devri artık kapanmıştır.
Ne doğrarsan çanağına, o gelir kaşığına” modunda bir yaşam tercihine geçmeliyiz artık. Hiçbir ürün, hizmet, sistem ve hak; bizlere süslü bir ambalajla ve altın tepside sunulmayacaktır. Toplum içindeki gayret ve emeklerimizle; devleti ve milleti hep birlikte kalkındırmakla eşit mükellefiz. Her yurttaşın; birikim, ilgi, deneyim, kültür ve mizacına uygun bir sosyal sorumluluk projesi muhakkak vardır.
   Her yurttaş, aidiyetinden mutluluk duyabileceği; üçüncü adres olarak, üçüncü sektör kapsamında bir kuruluşta, toplum yararına, kendi gelişimine katkı için,  bir etkinlikte bulunmalıdır. Devlet de bu alt yapıyı özendirmeli ve teşvik etmelidir. Bu bir gönüllü hareket olsa da devlet mekanizmasında, zorunlu hale getirilebilir. Böylece her yurttaşın, toplumda takım ruhuyla görev yaptığı bir sosyal ağı olacaktır.

   İnsanoğlu; duygusu, düşüncesi, beklentisi, emelleri, davranışları, algısı, anlayışı, değerler zinciri, mantık algoritması, hırsı, dostluğu ve düşmanlığı açısından, bilimsel yöntemlerle ve kolayca çözümlenemeyen, gözlemlenemeyen kompleks bir yapıya sahiptir. Beş kişinin doğru bulduğu bir tavrı, altıncı kişi olumsuz karşılayabilir. Bir kişinin gerçekten doğru ve dürüst tercihini, binlerce kişi olumlu görmeyebilir. Bundan dolayıdır ki; birlikte yaşam, ortak mutabakat metinleri olan; anayasa, yasa, tüzük vb. normlar, herkesin katılımıyla şekillenmeli ve büyük bir çoğunlukla da onaylanmalıdır.

   Hukukun üstünlüğü, temsilde adalet ve hukuk bilincinin yerleşmediği, tam demokrasinin işlemediği toplumlarda, yasaların ve anayasanın, yalnızca yasama organındaki milletvekilleri tarafından yapılması büyük bir haksızlık, meşruiyet gaspı, hak ihlali ve ahlâksızlıktır. Vekillerin konuya yatkınlığı ve ehliyeti de mutlaka sorgulanmalıdır. Zira mecliste temsil edilmeyen, seçim barajına takılan ya da oy kullan(a)mayan milyonlarca insan bulunmaktadır.

   Ana rahminde başlayan insani yolculuğumuz; değişik sosyal birliktelik ve aidiyetlerle, dünya vatandaşlığına kadar genişleyebilmektedir. Dünyalık serüvenimiz tamamlanıp toprağa karıştığımızda da, bu süreç daha verimli ve kaliteli olarak, bizden sonra gelen nesillerce sürdürülebilirse, işte o zaman iyi bir miras bırakmakla anılacağız.

   İletişim hataları, davranış bozuklukları, duygu ve düşünce hasarları, politik zafiyetler, inançların alan dışı yanlış yönlendirilmesi, kültürel kırılmalar, kalkınma-eğitim ve istihdam sorunları; insani erdemler zincirimizin paramparça olmasına sebep olmuştur. Bazısı kâğıt üzerinde kalmıştır, bazıları ise kâğıtta okunmaktan, bulunmaktan bile mahrumdur. İnsanoğlu adeta; çıkıştaki ışığını göremediği bir tünelde ilerlemekte, her an bir serseri mayına basma endişesiyle yaşamaktadır. Böyle bir dünya bizim dünyamız olamaz. “En iyisi bu” diye dayatılıyorsa ve kabul görüyorsa eğer, o zaman biz insan değiliz.

   Evrensel insan hakları hareketi bilinci; yerkürede doğan ve yaşam sürdürmek zorunda olan her insanın aidiyetle ve öncelikle bağlanması gereken, sosyal bir statü, medeniyet, anlayış ve zihinsel yaklaşım tarzıdır. Mademki; farklı milliyet, dil, uyruk, ideoloji, inanç farklılıklarımıza rağmen “insan” kimliği ve tanımında buluşuyor ve anlaşıyoruz, neden evrensel insan hakları anlayışında dahi firesiz, noksansız mutabakata varamıyoruz?  Engel nedir, niyeti ve kuralı bozan nedir, zinciri koparan nedir?…

   Sen önce yerel planda kendi yaptığın anayasayı tam uygulamazsan, yasaları, amaç/gerekçe ve özüne sadık olarak yorumlayamazsan, iç hukukun bir parçası olduğunu anayasayla kabul ettiğin AİHM kararlarını uygulamazsan; anayasayı ve AYM’yi takmazsan,  hangi hak ve yüzle “evrensel insan hakları” nın gereği, gerçeği ve öneminden bahsedeceksin ki?…

   8 saat çalışıp, 8 saatini uykuda geçiren, üç öğün yemek yiyip, beş vakit ibadet yapan, dizi film, spor gösterisi, kafe ve kahvehanelerde zaman geçirenler; az da olsa kütüphane, müze, fuar, sergi, festival, laboratuvar, atölye, inşaat, şantiye, çiftlik, teknopark, ar-ge ve eğitim merkezleri, tarım alanı vb. mekanlara, unsurlara hiç ilgi duymuyorlarsa; ortak yaşam medeniyetini nasıl kuracağız? Aydınlanma ve kalkınmayı nasıl başaracağız? Milli bir heyecan ile barış, sevgi, kardeşlik ve dayanışma ruhunu nasıl canlandıracağız?

   Kültür ve bilimsel çalışma deyince yazılı eserlerle pek barışık olmayanlar; sosyal medya, yapay zekâ ve görsel/görüntülü anlatımlarla yetinmeyi tercih etmektedirler. Bu bir başlangıç için destek  olabilir fakat alternatif ve asıl kaynakları göz ardı ederek, gerçeklikten uzaklaşmış oluruz.

   Hukuk terazisi; her şeyin ölçüsü, başlangıcı ve belirleyicisidir. Bu terazi bozulunca, diğer terazi, ölçüm ve kalıpların hiçbir anlamı kalmamaktadır. Öncelikle; ortak yaşam kültürü ve birlikte yaşam medeniyetinin bir parçası olarak yolumuza devam edeceksek, hukukun üstünlüğüne bağlı, bağımsız, yansız, tarafsız yargılama erkini inşa etmiş, güçler ayrılığını sisteme kazandırmış, demokratik, laik, anayasal, sosyal hukuk devletinin varlığını hissetmeli, tatmalı ve dokunabilmeliyiz.
   Diğer türlü, hukuk güvenliğinden, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlikten, suç-ceza-delilde kanunilikten, yasa önünde eşitlikten bahsedemeyiz. Yargılama sonucunda, millet adına verilen kararların da milletle bir alakası da olamaz. Vicdani kanının yerini;  maalesef vicdanları karartan ve  kanatan kanılar alır.

   Hukuk felsefesi, sosyolojisi, metodolojisi ve hukukun evrensel-genel ilkelerinden yeterince beslenemeyenler; yanılgıların, ön yargıların, kusurların, özürlerin, hataların, ihlallerin bir parçası olacaklardır.

   Yanlış algılama ve yorumlama hatasını; 1980’li yıllarda gazetede okuduğum temsili bir hikâye ile metaforik bir mantıkla açıklamaya çalışayım. Sanırım merhum Rauf Tamer’in Tercüman Gazetesindeki bir yazısıydı:

İki arkadaş sohbet ederlerken, biri diğerine aniden yumruk atmış. Yumruğu yiyen, kızgın bir şekilde doğrulmuş ve çenesini ovuşturarak sormuş:

– Ne oluyorsun be adam, ne güzel sohbet ediyorduk. Durup dururken niye yumruk attın?

– Sen bana ördek dediğin için.

– Yahu nereden çıkartıyorsun bunu? Ben sana ördek demedim, hem neden diyeyim ki?

– Evet, açıkça, doğrudan ördek demedin ama “bugün hava çok bulutlu” dedin. Hava bulutlu olunca ne olur? Yağmur yağar. Yağmur yağınca ne olur; su birikintisi… Su birikintisinde de ördekler yüzer. O halde havanın bulutlu olduğunu söylemekle, sen bana îma yoluyla ördek dedin!
Aşırı zorlama bir yorum da insana: “Bu kadarına da pes” dedirtiyor işte.

Kimi insanların alınganlığı, akıllarıyla orantılıdır. Anlamadıkları her söze kızarlar veya küserler.
Tavır, yorum ve kararlarında; bir mantık zinciri ve nedensellik ilişkisi yoktur. Çıkarımları ise yaşamın doğal akışına aykırıdır.

   Tedirginlik, kuşkuculuk, önyargı, bilgisizlik ve güvensizlik; davranış bozukluğuna sebep olabiliyor.  “Buluttan nem kapmak” deyimi de bu gerçekliği vurgulayanlar arasındadır. Ludwig Wittgenstein, “kuşku, sadece haklı gerekçeler var ise meşrudur” der. Yasa ve delil uydurmanın suç sayıldığı kanunlarımızda; kuşku, hüküm ve iddianın da yeterli, tutarlı, makul ve yasal gerekçesi olmak zorundadır. “Yasaları bilmemek mazeret sayılmaz”  yasa maddesi de; yalnızca yargılananlar için değil tüm taraflar için geçerli zorunlu kabul edilmelidir. Tüm hukuk mesleğini icra edenler için bağlayıcı olmalıdır.

   Bir hukukçu, öncelikle mesleğine saygılı olmalıdır. Bağlı olduğu hukuk devletinin onurunu ve namusunu, ne pahasına olursa olsun korumaktan kaçınmamalıdır. Hukukun yerel, genel ve evrensel norm ve ilkelerine sadakatten ayrılmamalıdır. Ve hakkında temsilen/vekaleten görev yaptığı millet ve bileşenlerinin kazanılmış haklarına her daim saygı duymalıdır, korumalıdır.

   Modern, pozitif ve kendine yetebilen ve  taşan kalkınmış bir dünyanın; sözü dinlenir bir aktörü olmak istiyorsak, iç bütünlüğünü sağlamış, küresel dengeleri keşfeden, kapitalist ve emperyalist çarkların arasına paçasını kaptırmayan konumda olmamız gerekir. Bu da ancak medeniyet teorilerinin, gündeme alınıp uygulamasına başlamakla mümkündür.

   Japonya, G. Kore, Finlandiya, Almanya kalkınma modellerini incelerseniz; aynı dönemlerde, farklı ekonomik şart ve farklı coğrafyalarda ayakta kalma mücadelesi verdik. Ulaştığımız nokta, sosyal, kültürel, bilimsel ve endüstriyel kalkınma düzeyimizi kıyasladığımızda, rahatlıkla aynı ligde top oynamadığımızı gözlemleyebiliriz.

   Peki neydi bizi o ülkelerin gerisinde bırakan? Ölçüsüzlük, ilgisizlik, güvensizlik, hazımsızlık, duyarsızlık, dengesizlik, kuralsızlık, sistemsizlik belirsizlik, özensizlik….. yüzlerce olumsuz fiili yan yana sıralamak mümkündür.  Biri diğerini tetiklemiş ve doğurmuştur.


   Hukukun hakkını verememek, tüm geri kalmışlığın ana aktörüdür. Hukuk, hakikate ulaşamayınca; adalet değil kuralsızlık ve keyfilik doğurmaktadır. “Hukuk Aşkı” adlı kitabımda, “yeni anayasa önerisi” hazırlarken; karşılaştırmalı olarak en az kırk ülkenin anayasa metnini inceledim. En çok dikkatimi çekenler, Almanya ve Portekiz anayasası olmuştur. Benim taslak Önerim anayasanın, onlardan daha kabul edilebilir düzeyde olduğunu iddia ediyorum.

 Alman Anayasasından bir maddeyi örnek olarak yorumlayarak, yazımı tamamlamak istiyorum.

Böyle bir maddeyi; bugün hangi ülke çekinmeden, endişelenmeden anayasasına ekleyebilir? Çok zor, sorunlu, sakıncalı bir durum. Genel hukuk bilinci ve yüksek düzeyde demokrasi kültürü gelişmemiş toplumlarda, istismara çok açık bir durum bu.

Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası

Madde: 20  [Devletin ana ilkeleri; direnme hakkı]

(1) Almanya Federal Cumhuriyeti, demokratik ve sosyal bir Federal Devlettir.

(2) Egemenlik tümüyle halkındır. Halk, egemenliğini, seçimler ve oylamalar aracılığıyla ve yasama, yürütme ve yargı yetkileriyle donanmış özel organlar eliyle kullanır.

(3) Yasama, anayasal düzene, yürütme ve yargı organları ise yasa ve hukuka bağlıdırlar.

 (4) Bu Anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir çözümün bulunmaması halinde, bütün Almanlar direniş hakkına sahiptir.

Yukarıda alıntı yapılan, Federal Almanya cumhuriyeti anayasası 20. Maddesi 4. bendinde geçen
direnme hakkı” nın mantıklı gerekçesi, yasal dayanağı, gereği, evrensellik ve meşruiyet açısından detaylı yorumunu yapalım:

Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası’nın (Grundgesetz) Madde 20, 4. bendinde düzenlenen “direnme hakkı” (Widerstandsrecht), demokratik hukuk devletinin korunması için öngörülmüş istisnai bir mekanizmadır. Bu hüküm, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik tehditlere karşı halka meşru bir savunma hakkı tanır. Alman demokrasisinin “kendini koruma refleksi”dir.

 Direnme Hakkının Mantıklı Gerekçesi, tarihsek arka planı

Soru: Bir anayasanın halka, devlete karşı direnme hakkı tanımasının ardında hangi tarihsel veya ahlaki nedenler yatabilir? Almanya’nın geçmişinde bu hakkı gerekli kılan ne tür deneyimler olmuş olabilir?

Direnme hakkının anayasada yer almasının temel nedeni, Almanya’nın 20. yüzyıldaki acı tecrübeleridir. Özellikle Nazi rejiminin (1933-1945) anayasal düzeni ve temel insan haklarını yasal yollarla yok sayması, bu maddenin eklenmesinde belirleyici olmuştur. Anayasa koyucular (Parlamentarischer Rat), totaliter rejimlerin tekrar doğmasını önlemek ve halkın anayasal düzeni koruma hakkını güvence altına almak istemişlerdir.

Direnme hakkı, Almanya’nın 20. yüzyıldaki tarihsel tecrübelerinden, özellikle Weimar Cumhuriyeti’nin çöküşü ve Nazi rejiminin totaliter uygulamalarından doğmuştur. Nazi döneminde, (görünüşte yasal yollarla) anayasal düzen askıya alınmış, temel haklar ve hukukun üstünlüğü yok edilmiştir. Bu deneyim, anayasa koyucuları, demokratik düzenin yalnızca devlet kurumlarıyla değil, halkın aktif katılımıyla korunabileceği fikrine yöneltmiştir. Direnme hakkı, anayasal düzenin tehdit altında olduğu durumlarda halkı son çare olarak yetkilendirir. Bu hak, demokrasinin kendi kendini yok etmesini önlemek için bir “sigorta” görevi görür.

Soru: Bu hak, devletin meşruiyetini halkın rızasına dayandıran bir anlayışla nasıl bağlantılıdır? Halkın egemenliği ilkesini nasıl güçlendirir?

Halk egemenliği, devletin meşruiyetinin kaynağını oluşturur. Eğer devlet, bu meşruiyeti ihlal ederek anayasal düzeni ortadan kaldırmaya çalışırsa, halkın direnme hakkı, egemenliğin asıl sahibinin halk olduğunu hatırlatır. Bu, vatandaşları pasif bir konuma hapsetmek yerine, demokratik değerlerin aktif savunucuları haline getirir.

 Yasal Dayanağı

Soru: Bir hakkın anayasada açıkça düzenlenmesi, onun meşruiyetini ve uygulanabilirliğini nasıl etkiler? Direnme hakkının Grundgesetz’de yer alması, bu hakkı nasıl güçlendirir?

Direnme hakkı, Grundgesetz’in Madde 20, 4. fıkrasında şu şekilde düzenlenmiştir: “Bu Anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir çözümün bulunmaması halinde, bütün Almanlar direniş hakkına sahiptir.” Bu açık düzenleme, hakkın yasal meşruiyetini sağlar ve herhangi bir ek yasal dayanağa ihtiyaç duymadan doğrudan uygulanabilir hale getirir.

Anayasa Mahkemesi ve Yorum: Federal Anayasa Mahkemesi, 1956 yılında bu hakkı prensip olarak tanımış, 1968 anayasa değişikliğiyle madde metnine açıkça eklenmiştir. Bu, hukuki belirlilik açısından önemlidir.

Değiştirilemezlik: Anayasa’nın 79. maddesi, 20. maddeyi koruma altına alarak, bu hakkın hükümetler veya meclislerce kaldırılmasını önler. Böylece direnme hakkı, anayasal düzenin kalıcı bir koruyucusu haline gelir.

Soru: “Başka bir çözümün bulunmaması” koşulu, bu hakkın kullanımını nasıl sınırlar? Bu koşul, hakkın kötüye kullanılmasını önlemede nasıl bir rol oynar?

Hak, “son çare” (ultima ratio) ilkesine bağlıdır. Yasal yollar (mahkemeler, seçimler, kamuoyu baskısı) tükenmedikçe veya etkisiz hale gelmedikçe kullanılamaz. Bu, hakkın keyfi veya erken kullanımını engeller ve yalnızca anayasal düzenin somut ve ciddi bir tehdit altında olduğu durumlarda meşru olmasını sağlar.

Soru: Direnme hakkı, uluslararası insan hakları belgeleriyle nasıl ilişkilendirilebilir? Örneğin, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu hakkı dolaylı olarak destekler mi?

Uluslararası hukukta direnme hakkı doğrudan düzenlenmese de, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, bireylerin temel haklarını koruma sorumluluğunu vurgular. Bu, dolaylı olarak anayasal düzenin korunması için direnme hakkını destekler. Ayrıca, doğal hukuk geleneği, tiranlığa, despotizme karşı direnmeyi evrensel bir insan hakkı olarak görür.

 Gerekliliği

Soru: Bir demokratik devletin, vatandaşlarına direnme hakkı tanıması neden gerekli olabilir? Bu hak olmadan anayasal düzen nasıl bir risk altında kalır?

Direnme hakkı, demokratik düzenin sürekliliği için bir güvenlik mekanizmasıdır. Tarih, demokratik sistemlerin yasal yollarla veya güç kullanılarak yıkıldığı örneklerle doludur (örneğin, 1933’te Hitler’in iktidara gelişi). Bu hak, devlet organlarının anayasal düzeni koruyamadığı veya bizzat tehdit oluşturduğu durumlarda halkı yetkilendirir. Vatandaşların bu sorumluluğu üstlenmesi, otoriter rejimlere karşı bir kalkan oluşturur.

Soru: Direnme hakkı, bireysel bir hak mıdır, yoksa kolektif bir sorumluluk mu taşır? Bu hak, vatandaşları demokratik sürece nasıl dahil eder?

Bütün Almanlar” ifadesi, hakkın hem bireysel hem de kolektif olarak kullanılabileceğini gösterir. Ancak, bu hak, vatandaşlara anayasal düzeni savunma sorumluluğu yükler. Bu, demokrasinin yalnızca devlet kurumlarına değil, halkın aktif katılımına dayandığını vurgular. Direnme hakkı, vatandaşları demokrasinin pasif alıcıları olmaktan çıkarıp, onun koruyucuları haline getirir.

Evrensellik Açısından Değerlendirme

Soru: Direnme hakkı, yalnızca Almanya’ya özgü bir düzenleme midir, yoksa evrensel bir ilke olarak kabul edilebilir mi? Diğer ülkelerde benzer düzenlemeler veya uygulamalar var mı?

Direnme hakkı, evrensel demokratik ilkelerle uyumludur, ancak anayasal bir norm olarak açıkça düzenlenmesi Almanya’ya özgüdür. Benzer ilkeler, başka ülkelerde farklı şekillerde yer bulur:

ABD: Bağımsızlık Bildirgesi (1776), tiranlığa karşı direnme hakkını tanır.

Fransa: 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, baskıya karşı direnmeyi temel haklardan biri sayar.

Türkiye: 1961 Anayasası, meşru olmayan iktidara karşı direnme hakkını dolaylı olarak tanımıştır.
1982 Anayasası Madde 15, olağanüstü hallerde dahi “çekirdek hakların” ihlal edilemeyeceğini belirterek dolaylı bir güvence sunar.

– Portekiz: Anayasasında benzer bir direnme hakkı düzenlemesi bulunur (Madde 21).

Bu örnekler, direnme hakkının evrensel bir ilke olduğunu gösterir, ancak uygulanışı tarihsel ve kültürel bağlama bağlıdır.

Soru: Direnme hakkının evrensel bir norm olarak kabul edilmesi, pratikte ne tür zorluklar doğurabilir? Bu hak, istikrarsızlığa yol açabilir mi?

Evrensel bir norm olarak direnme hakkı, kötüye kullanım riski taşır. Örneğin, aşırı gruplar bu hakkı kendi ideolojilerini meşrulaştırmak için kullanabilir. Bu nedenle, hakkın meşru kullanımı, “son çare” ve “anayasal düzenin korunması” gibi katı koşullara bağlıdır. Aksi takdirde, kaos veya şiddet riski ortaya çıkabilir.

Direnme hakkı konusunda bazı tartışmalar ve eleştiriler de bulunmaktadır. “Anayasal düzeni ortadan kaldırmak” tanımının sübjektif yoruma açık olması, aşırı grupların kendilerini meşrulaştırmak için bu maddeyi kullanma ihtimali (suistimal riski) ve pratikte nadiren kullanılması bu eleştiriler arasındadır.

Meşruiyet Açısından Değerlendirme

Soru: Direnme hakkının meşruiyeti hangi temellere dayanır? Bu hak, anayasal bir norm olmasının ötesinde ahlaki veya doğal hukuk açısından nasıl savunulabilir?

Direnme hakkının meşruiyeti, şu temellere dayanır:

Hukuki Meşruiyet: Grundgesetz’in açık hükmü, hakkın yasal dayanağını oluşturur. Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri (Madde 79/3), direnme hakkını demokratik düzenin temel bir güvencesi haline getirir.

Ahlaki Meşruiyet: İnsan onuru, özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi gibi evrensel değerlerin korunması, direnme hakkını ahlaki bir zorunluluk yapar. Nazi rejimi gibi insanlık dışı sistemlere karşı direniş, ahlaki bir görev olarak görülür.

Demokratik Meşruiyet: Halk egemenliği ilkesine dayanan bu hak, devletin meşruiyetinin halkın rızasına bağlı olduğunu vurgular. Devlet bu rızayı ihlal ederse, halkın direnmesi meşrudur.

Soru: Direnme hakkının meşruiyeti, nasıl kötüye kullanılmaktan korunur? Bu hak, sıradan bir protesto veya isyan hakkıyla nasıl ayrıştırılır?

Hakkın meşruiyeti, “başka bir çözümün bulunmaması” ve “anayasal düzeni ortadan kaldırma girişimi” gibi sıkı koşullarla korunur. Bu, hakkın keyfi kullanımını veya sıradan politik muhalefetle karıştırılmasını engeller. Direnme hakkı, anayasal düzeni yeniden tesis etmeyi amaçlar; kaos veya devrim yaratmayı değil.

 Sonuç:

Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası’nın Madde 20, 4. fıkrasında düzenlenen direnme hakkı, demokratik hukuk devletinin korunması için tarihsel, hukuki ve ahlaki bir güvencedir. Nazi rejimi gibi totaliter deneyimlerden ders alınarak geliştirilen bu hak, anayasal düzenin son savunma mekanizmasıdır. Yasal dayanağı Grundgesetz’de açıkça yer alır ve “son çare” ilkesiyle sınırlanır. Evrensel olarak, insan hakları ve demokrasi ilkeleriyle uyumludur, ancak uygulanışı tarihsel bağlama bağlıdır. Meşruiyeti, hukuki, ahlaki ve demokratik temellere dayanır, ancak kötüye kullanımını önlemek için katı koşullara tabidir.

Samsun, 10.06.2025

Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr

4 thoughts on “Ahlak, adalet, vicdan, barış, özgürlük değerler zinciri ve evrensel insan hakları hareketi”
  1. ASIM KURUMAHMUT 10 Haziran 2025 on 18:20 Yanıtla

    Değerli dostum yazınızı büyük titizlikle okudum. çok güzel ifade etmişsiniz..ancak bizim kültürel hassasiyetlerimiz arabeksleşmiş dinsel eksenden de kaymış..aklı esas alan Türk Müslümanlığı bu anlamda hukuksal düzeni felsefi reflekslerle kavramları gerçek nitelikleriyle öğrenerek o kavram üzerine düşünüp halkın değerleriyle adapte olan bir yorumu düşünceyi ancak üretebiliriz ki bu konuda bizde felsefe sakat felsefeye ihanet eden bilim bilimin doğasına aykırı genel otoriter teorilerle oluşturulan yanlış paradigmalar üzerine bilimmiş gibi yapılıyor..yani bir hukuk felsefesi ve biliminin doğması felsefe ve bilim üzerine inşa edilmeli..bu iki temelin sakat olduğu bir ülkede hukukun bugünkü sorunlarına çözüm üretecek başta hukuk felsefemiz ve bilimimiz de sakat doğmakta..birinin ak dediğinine öteki kara diyor..stk anlayışımız da batıdaki gibi etkin ve saygın değil..devletin iğdiş ettiği halkın defalarca stklar üzerinden etiketlenip hapsedildiği demokrasinin teminatı stklarımız da yürütmeyi yönlendirecek güçte ve saygınlıkta değil…bütün bu temel kavramlar etrafında toplumun yeniden inşası için canını dişine taktığı savaş ve sonrası barış ortamları da Atatürk döneminden sonra eski tas eski hamam küresel sermayenin postmodern kapitülasyonlarına feda edilen fırsatlarla ortak irade tavsamıştır..o yüzden bizde işler bu temel kavramları doğru anlamakla düzelir ki bu da ideolojik sansürden arındırlması demektir halkın iradesi egemenliği gerçek anlamda devlet tarafından önemsenmesi ile mümkün olacaktır.

  2. Recep yıldırım 10 Haziran 2025 on 18:32 Yanıtla

    Değerli Hocam, her şeyden önce başarılar dilerim. Yazınızı okudum. Fakat ne anlatmak istediğinizi anlayamadım galiba bu benim cahilliğime “yanlışla mak” ifadesini ben hiç anlamadım. Başlığa bakınca da yazının birden fazla konudan bahsedeceğini düşündüm oysa iyi yazı tek bir konuyu ele alan yazıdır diye düşünüyorum. Parçalar arasında bir bağ kuramadım kopukluk oldukça fazla, dil akıcı değil. Okuduğum kelimeler hele cümleler hep yolumu kesti. Dedim ya bu benim kültür seviyemden de kaynaklanıyor olabilir.
    Derimki her şeye rağmen yazmak güzel şey çalışmanızın devamını dilerim.

    • Ali Rıza Malkoç 10 Haziran 2025 on 20:20 Yanıtla

      Merhaba Recep Bey
      Yazımı okuma ve yorumlama nezaketinizden dolayı teşekkür ederim. Kelime dağarcığı, ilgi, bilgi, birikim anlama ve yorumlamda yön tayin eder. Anlamdığınız kelimelerin karşılığını bularak, anlama kapsamını daha da genişletebilirsiniz. Sayfamdaki diğer yazılara da bakabilirsiniz.
      26 kitabımdan ilginizi çekenler de çıkacaktır. Esenlikler

BİR YORUM YAZINIZ

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Şiir, özdeyiş, makale, deneme

>> <<