Yirmi yıl kadar oldu sanırım. Bilişim, iletişim, internet projeleri üzerine çalıştığım, küçük bir ticari ofis açmıştım. Daha ofisime yerleşeli bir ay olmadı ki; postacı taahhütlü bir resmi tebligat getirdi.
“Bir bakayım, bu adrese yeni taşındım, bildirimlerimi bile tam yapmadım, tabela bile asmadım, kimin adına, nereden gelmiş” dedim. Baktım tebligata, farklı bir isim yazıyor ve soyadı da “Koç” Yani adımla soyadımla hiçbir ilgisi yok. “Benden önceki bir kiracıya ait olmalı, bu tebligat bana ait değil alamam” dedimse de, sorumluluktan kurtulmak ve gidip muhtarlığa bırakmak istemediğinden, bana ait olmayan tebligatı teslim edip imzalatmak istiyordu.
“Gerekçeniz nedir ve benim zorum ne ki, üzerime düşmeyen bir yetki ve sorumluluğu alacağım, neye göre, hangi yasaya göre bunu benden istiyorsunuz” dedim.
“Yahu ne fark eder onun soyadı Koç, sizin ki Malkoç, siz değilseniz de illa ki bir yakınlığınız vardır” deyince, “ya sabır” çektim içimden. “Ya bir kamera şakası olmalıydı veya kafadan noksan birini memur yapmışlar” diye sükûnetimi korumaya çalıştım. Ona mantıklı bir cevapla ders vermem gerekiyordu. “Peki beyefendi sizin soyadınız nedir” deyince, tam hatırlamıyorum fakat “Dilek” olduğunu kabul edelim. “Şu an sizin ağzınızı burnunuzu dağıtsam, karakolda ifadeye gitsek, soyadı Külek olan bir dengesize benzettim” desem bu hareketimi masum ve haklı görebilirler mi?
“Elbette hayır.” Değil mİ?
Bu benzetme karşısında neye uğradığını şaşırdı ve biraz tedirgin oldu. Fakat zekânın zerresinin işleyemediği o beyni halen daha mantık yürütmemekte ısrarlıydı. Yine zarfı bana uzatıyor ve imza attırmakta ısrar ediyordu. “Görevinizi istismar ediyor, vaktimi alıyorsunuz, polis çağırmak zorunda kalacağım, lütfen burayı terk edin, gerçek adımla da olsa bana mektupları siz getirmeyin”
diyerek kibarca kapıyı göstermiş oldum.
Verdiği ad soyad doğru muydu bilemiyorum. En azından, uğradığı tarih ve saati not ederek; PTT bölge dağıtım müdürlüğünü telefonla aradım. Sonuçta PTT semt kodu ve tarih bilgisinden, o bölgede dağıtım yapan memurun kim olduğunu kolaylıkla tespit edebilirlerdi.
Telefon ettim, defalarca çaldı ve kapandı. Israrla çalınca, biri insafa gelmiş olmalı ki, lütfedip telefonu açtı.
-Buyurun beyefendi nasıl yardımcı olabilirim?
– PTT posta dağıtım baş müdürüyle görüşebilir miyim?
– Konu nedir ben yardımcı olayım?
– Ben ısrarla baş müdürle görüşmek istiyorum.
– Her konuyu müdüriyete aktarmıyoruz, şeflerimiz de var, konu nedir?
– Konu hakkında açıklama yapmak istemiyorum, personelinizle ilgili bir konu.
Bu diyalogdan sonra, birine bağladılar ama ben personel müdürü müydü, baş müdür müydü
daha incelemedim. Yani baş müdürle bir yurttaş, bir vergi mükellefi görüşse; on dakikasını ayırsa;
ayıp mı günah mı, suç mu işlemiş oluruz karşılıklı. Sonuçta tüm yurttaşlara hizmet için o görevi yürütüyorlar. Sekiz saatlik mesai boyunca; “vatan, millet, Sakarya” aşkıyla kan-ter içinde görev yapılıyorsa, bu zannım için özür dilerim.
Evet gelelim ikinci diyalog faslına:
-Buyurun beyefendi, kiminle görüşüyorum, konu hakkında bilgi alabilir miyim?
-Ben ….., …posta kodlu, …mahallesinde işyerim var. Daha yeni taşındım, vergi levhamı geçen hafta astım.
-Evet bizden istediğiniz nedir?
-…..tarih ve saatinde, semt dağıtıcınız ve adı-soyadının… olduğunu söyleyen memurunuz, verdiğiniz görevi istismar etmektedir. Bir devlet memuruna yakışmayan bir tavır ve zekâ düzeyi sergilemektedir.
– Nasıl bir mağduriyet yaşadınız?
(Karşılaştığım olayı, yukardaki gibi detaylı anlattıktan sonra şunu ilettim)
-Böyle memurları seçerek, sınavla alıyorsanız çok büyük bir hata. Mülakattan geçmişse bir istismar olmalı. Eğer mesleki eğitim almışsa bir noksanlık var. Böyle davranmaya devam ederse; hem kendinin hem sizin başınızı belaya sokar. Gereğinin yapılmasını, savunmasının alınmasını talep ediyorum.
Lütfen bana bir gönderi olursa, o memur getirmesin, Kiralamış olduğum PTT .. no’lu Posta Kutusuna yönlendirin.
İlgili yönetici sabırla dinledikten sonra:
-Haklısınız, gereği yapılacaktır, özür dileriz. Bize ulaşıp bilgilendirmeniz isabetli olmuş.
Dedikten sonra görüşmeyi sonlandırdık.
Bunu niye detaylandırdım. Belki çok basit bir olay fakat bunun yüz katı istismar içeren uygulamalarla karşılaşabiliyoruz. İnsan, toplum, devlet, kural ve kurum ilişkileri; ihmal, istismar ve düzeysizlik kaldırmaz. En mükemmelini bulana kadar; değişim ve gelişimi sürdürmeliyiz.
Devlet memurunun görevini yapmayı engellemek ve hakaret etmenin suç olduğunu biliyorum.
Fakat ben hakaret etmiyor, görevini istismar edene, hatırlatıyorum.
Bana hizmet sunacak olan bir görevlinin; benden daha düzenli/duyarlı/birikimli ve görev aşkıyla hareket etmesi gerekmez mi?
Bana adalet dağıtacak olan, maddi gerçekliği, pozitif/hakkaniyetli bir bakışla, meşruiyet sınırları içinde araştıracak olan bir hukuk insanı; benden daha adil/mantıklı/analitik/genel/vicdani bir idrak, kavrayış ve muhakemeye sahip olması gerekmez mi?
Buradan gelişmiş/gelişmekte olan tüm dünya devletlerine seslenmek istiyorum:
Ey Devletlüm!… Ne yiyip ne içiyorsunuz, nereden besleniyorsunuz ki; böyle mantık, ahlak, adalet ve görev bilincinden yoksun insanlara da iş verebiliyorsunuz?
Biraz daha hassasiyet, biraz daha uzgörü lütfen!…
Samsun, 22.11.2022
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr
BİR YORUM YAZINIZ